=> SİZDE BEDAVAYA KENDİNİZE AİT SİTENİZ OLSUN İSTERMİSİNİZ HEMEN TIKLAYIN ÜCRETSİZ WEB SİTESİ KURUN <=
   
  İndirrbar
  Dreamfall - The Longest Journey
 


İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

Altı yıl öncesine gidiyorum. Dört cd�lik bir oyun kuruyorum bilgisayarıma. The Longest Journey. Nerden bilebilirim ki hayatım boyunca beni en çok etkileyecek, tartışmasız olarak günümüze kadar yapılmış olan en güzel macera oyununu, hatta oyun değil, dünyalar kurmakta olduğumu. Hem de adı sanı o güne kadar pek duyulmamış bir Norveç firması Funcom tarafından yapılmış bir oyun. Zamanını aşan grafik kalitesi, mükemmel seslendirmeler, dört dörtlük bulmacalar ve her şeyden öte şu ana kadar örneğini göremediğimiz kalitede özgün bir hikâye. Bütün bunlara bir de April Ryan karakteri eklendiğinde karşımıza klasikten de öte bir oyun çıkmıştı.

The Longest Journey�e başladığımızda yaşlı bir teyze dinleyenlerine yaşanmış bir hikâye anlatmaktaydı. April Ryan ve �Balance� hakkında bir hikâye. April Ryan, 18 yaşındaydı. Evinden ayrılmış Newport Venice�de bir yurtta kalıyordu ve güzel sanatlar öğrencisiydi. Teyzemizin hikâyeye başlamasıyla bizde kendimizi April Ryan�ın çok sık gördüğü(ya da gördüğünü sandığı) bir rüyada buluyorduk. Farklı bir dünyadaydık. Bir ağaca yardım edip, bir yumurtayı kurtardıktan sonra çıka gelen ejderha her şeyin annesi olduğunu, bizimde bütün geleceğin annesi olduğumuzu söylüyordu. Uyanıp daha kendimize gelmeden yurttan dışarı çıktığımızda bankta oturan Cortez, nasıl olduğunu anlayamadığımız bir şekilde rüyalarımız hakkında konuşuyor ve bizim kaderimizden, seçilmiş kişi olduğumuzdan bahsediyordu.

Aşkımmm April Ryan�

April Ryan ilk başta her ne kadar bunlara inanmasa da, rüyalarına fazla kulak asmasa da zamanla kendini inanılmaz bir hikâyenin içerisinde buluyordu. April Ryan gerçektende seçilmişti. Evrende Arcadia ve Stark isimlerinde iki farklı gezegen yer almaktaydı. Stark bizimde üzerinde yaşadığımız bilim ve endüstri üzerine kurulu olan bir gezegen. Arcadia ise sihir ve kaos üzerine kurulu bir gezegen. Bu iki gezegenin geleceği �balance� adı verilen bir denge sistemi ile Tower�da bulunan bir Guardian tarafından sağlanmaktaydı. Tower�ın Guardian�sız olduğu bir zamanda Chaos Vortex(Siyah, mürekkep gibi yayılan kaos, macera boyunca April Ryan�a ve White Dragon�a her seferinde daha da güçlenerek saldırır) Vanguard(Her iki gezegenin oluşumunda yer alan bilim adamlarından oluşan topluluk, bilim ve sihir arasında ki dengeden sorumludurlar) ve liderleri Jacob McAllen(Cortez�in kardeşi, Vanguard�ın kurucusu, üzerinde deneyler yaparak ruhsal olarak ikiye böldüğü Gordon Halloway�i Guardian yaparak iki gezegeni de istediği gibi yönetmeyi planlayan bir tanrı-Kin) bunu fırsat bilerek dengeyi yok etmek ve iki gezegeni birleştirmek istemekteydi. Karşılarında ise iki dünya arasında seyahat etmesini sağlayan �shift� yeteneği ile ileride Guardian olacağını düşündüğümüz April Ryan, White Dragon(April�in tanıştığı ilk tanrı-kin, Arcadia�da büyük bir ağacın yanında yaşamakta) ve Cortez(McAllen�ın kardeşi, April�in en önemli yardımcısı) vardı.

Guardian olamasan da gönlüm senin April

Her ne kadar ben bir paragrafa konuyu sığdırsam da aslında bu hikâye çok ciddi bir çalışmayla oluşturulmuş, derin, özgün, hiçbir açığı, eksiği olmayan kusursuz bir hikâyeydi. Bütün hikâye oyunun başında oyuncuya verilmeyerek adım adım April Ryan ile neler olup bittiğin anlamaya çalışmıştık. Ve oyunun öyle bir sonu vardı ki�. Eminim bütün macera oyuncuları ağzı açık bir şekilde son videoyu seyretmişti. Oynamayanlar için biraz spoiler olacak ama oyunun sonunda April Ryan, denge için kendisini bir düzeneğe yerleştirdiğinde gerçekten Guardian olmadığını, aksine baş düşmanı Halloway�in Guardian olduğunu öğreniyordu. Ancak Guardian olmasa da o seçilmişti ve iki gezegen arasında ki dengeyi McAllen�ın Halloway üzerinde ki etkisini yok ederek o ayakta tutmuştu. Oyunun sonunda tıpkı iyi ve kötü, siyah ve beyazın ayrı kalması gerektiği gibi Stark ve Arcadia�nın da ayrı kalması gerektiği vurgulanmıştı ama kafamızda bir sürü soru işaretiyle tabii ki. Dreamfall�a nihayet başlıyoruz�

Dreamfall�a �The Longest Journey� den bildiğimiz bir karakterle Brian Westhouse ile başlıyoruz. �The Longest Journey� de April ilk kez Arcadia�ya gideceği sırada Cortez, April�in Stark�a geri dönebilmesi için orada Brian�ı bulmasını söylemişti.

Brian, 1902 yılında Boston�da doğmuş, gençliğini denizlerde geçirdikten sonra Hindistan�da 1930�da Cortez ile tanışmıştır. �Shifter� olmamasına rağmen Arcadia�ya seyahat edebilmiştir. Bu seyahati her ne kadar kendisi hissetmese de 275 yıl sürmüştür ve 49 yaşında Arcadia�ya ulaşmıştır. Evet, oyunun başında Brian�ın önünde iki yol vardır. Ama onun seçimi çok önceden yapılmıştır. Geride bir günlük bıraktıktan sonra ayin başlar ve Brian, yeni gezegenimiz olan �The Winter�a gider. Hemen ardından Chaos Vortex(undreaming) ile karşılaşıyoruz. Henüz burada ne olup bittiğini anlayamadan Casablanca�da oldukça egzotik bir plajın yanında bir hastane odasında komada yatan genç ve güzel bir kız çıkıyor karşımıza. Babası başında umutsuz beklerken Zoe Castillo bizimle konuşmaya ve olan biteni anlatmaya başlıyor. Zoe bize dünyada gerçekten çok kötü şeylerin olup bittiğini ve bunu bilenlerin tek tek öldüğünü söyledikten sonra hikâye hakkında çok fazla bir şey bilmeden oyuna başlıyoruz.

O nasıl bir güzellik Zoe

Oyunumuz The Longest Journey�in bittiği tarihten 10 yıl sonrasında 2290 yılında Casablanca�da başlıyor. Zoe 20 yaşında bir biomühendislik öğrencisi ama okuldan atılmış, erkek arkadaşını(Raze) çok sevmesine rağmen ilişkileri bitmiş ve babasının yanına sığınarak kendini dövüş sanatlarına vermiş. Casablanca bir taraftan oldukça teknolojik diğer taraftan da bir o kadar egzotik bir şehir. Gökdelenler, uçan arabaların yanı sıra insanlar genelde tarihi görünümlerde ki evlerde yaşıyor. Internet yerini �The Wire� adı verilen genel bir ağa bırakmış. Dünyada ki her şey, televizyon, telefon, trafik vs. Wire�a bağlı. Son zamanlarda ise
Wire�da �Static� adı verilen bazı solar rüzgârlardan kaynaklanan sorunlar yaşanmakta. İnsanların Wire ile olan bağlantısı kopmakta, çok fazla trafik kazası yaşanmakta. Oyunun başında tabii ki Zoe bütün bunları televizyonda seyreden herhangi birisi.

Zoe bir gün evde yine miskin miskin televizyon seyrederken sıklıkla gördüğü halüsinasyonlardan birisini daha görüyor. Tıpkı Ring�de olduğu gibi saçlarından dolayı yüzü doğru düzgün görünmeyen küçük bir kız ve bir kule beliriyor ve kız Zoe�den yardım istiyor. Oyunun başlarında Zoe�nun gördüğü aşağı yukarı her ekranda bir süreliğine bu kız beliriyor ve Zoe�dan April Ryan�ı bulmasını istiyor. Zoe daha sonra televizyonun başından ayrılıp aşağı iniyor ve babasıyla konuşuyor. Babasının iki haftalığına Bombay�a gideceğini öğrendikten sonra o akşam evde vermek istediği parti için babasından izin alıyor ve Gym�e doğru, dövüş sanatları üzerinde çalışmak üzere yola koyuluyor. Bu sırada yolda karşılaştığı arkadaşlarını partisine çağırıyor ki bunlardan birisi özellikle teknolojik konularda Zoe�ya çok yardımı dokunacak olan Olivia. Sonrasında Zoe, eski erkek arkadaşı Reza�dan bir mesaj alıyor. Reza ile buluştuğunda Reza�nın tehlikeli ve büyük bir hikâye peşinde olduğunu öğreniyor. Reza kendisine bir iyilik yapmamızı ve Jiva isimli bir şirketten onun için bir paket almamızı söylüyor. Zoe, Jiva�ya gittiğinde resepsiyona aradığı doktoru soruyor ancak olumsuz yanıt alıyor. Sonrasında resepsiyonun hemen arkasında ki ekranda doktoru hapsedilmiş olarak görüyor. Resepsiyonisti etkisiz hale getirdikten sonra doktoru kurtarıyor ve Reza�nın istediği paketi alıyor. Bütün bu olanlardan sonra Reza�nın da başına bir şeyler gelmiş olabileceğini düşünen Zoe hemen Reza�nın evine gidiyor. Eve girmek üzereyken kapının önündeki bir kedi dikkatini çekiyor. İçeri girdiğinde ortalığın darmadağın olmasının yanı sıra yerde birde kadın cesedi görüyor. Tabii ki Reza ortalıkta yok. O sırada içeri polisler giriyor ve Zoe�yi tutukluyorlar. Uzunca süren bir sorgulamadan sonra serbest kalan Zoe, Reza�nın peşine düşüyor. Biraz uğraştıktan sonra Reza�nın kendisine bıraktığı bir nota ulaşan Zoe, bu not üzerine Newport-Venice�e gidiyor. Yine Newport�dayız

İşte burada artık Zoe�nun yolu April ile kesişiyor. Çünkü bir anda kendimiz Newport�da �The Longest Journey� e April Ryan ile başladığımız yerde buluyoruz. Her şey o kadar değişmiş ki. The Longest Journey�de rengarenk, tertemiz olan mekanlar şimdi karanlık ve evsizlerin yaşadığı yerler olmuş. Border House (April�in yaşadığı yurt) kapanmış ve bir otel olmuş. Yurdun önündeki bank hala orada duruyor. Görür görmez hemen aklıma April�in orada ilk kez Cortez�le karşılaşması geliyor.

Evet, oyunumuz bu şekilde başlıyor. Şimdi başlayalım Dreamfall�ı incelemeye. Hikâye açısından yukarıda da okuyabileceğiniz gibi iki sayfaya sığdırabildiğim ama aslında onlarca sayfa tutabilecek bir hikâyeye sahip Dreamfall. Tabii ki bu durum �The Longest Journey� in hikâyesine devam niteliği taşıdığı için böyle. �The Longest Journey�i oynamayanlar tabii ki Dreamfall�ı oynayabilirler ama konuya ne kadar hâkim olabilecekleri konusunda emin değilim. Çünkü Dreamfall�da ki çoğu mekân ve karakter The Longest Journey�den bildiklerimiz ve hikâye tam olarak The Longest Journey�in bittiği yerden başlıyor. O yüzden yeni oyunculara şiddetle �The Longest Journey� oynadıktan sonra Dreamfall�ı oynamalarını tavsiye ederim. Böylece Dreamfall�ı çok daha farklı bir bakış açısı ile değerlendirebilirler.

Dreamfall�da artık tamamıyla üç boyutlu bir dünyadayız. Grafikler bu tarz bir oyun için oldukça kaliteli ve eksiksiz. İçerisinde bulunan her ortamın atmosferi oyuncuya eksiksiz hissettirilmiş. Yoldan geçen arabalar, kafanızı kaldırdığınızda gördüğünüz uçan arabalar, ortalıkta gezinen çoluk çocuk. Karanlık yerlerde evsizler, köpekler ve tabii ki yeni dünyamız �The Winter�. Grafikler bu tarz bir oyun için günümüzde gelebilinecek son noktayı gösteriyor bence. Özellikle Dreamfall�da ki ara videolar kadar kalitelilerini şu ana kadar hiçbir oyunda görmedim dersem yalan söylemiş olmam.

Karakterler, özellikle Zoe Castillo mükemmel tasarlanmış. Bütün karakterlerin kendi hikâyeleri, kişilikleri var. Seslendirmeler tıpkı grafiklerde olduğu gibi daha iyisi yapılamazdı denilecek cinsten. Birçok macera oyununda karakterlerin şiveleri, diyalogları sırıtırken Dreamfall�da sanki bir sinema seyrediyor gibi seyrediyorsunuz diyalogları. Karakterlerin konuşmaları ile ağız hareketleri 0 uyumlu. Sesleri, karakterlerin ile dış görünüşleri 0 uyumlu. Grafikler ve seslendirmeler açısından Dreamfall bir başyapıt. Türün gelebileceği son nokta.

Üzüntü ve muz kabuğu

Belki de bir başlangıç. Çünkü şu ana kadar Dreamfall için yaptığım birbirinden güzel yorumlara bu noktada son vermek zorunda kalacağım. Sebebi ise, Dreamfall sadece hikaye, müzik ve seslendirmeler kriterlerinde ortalamanın çok çok üstünde bir oyun. Oynanabilirlik ve ait olduğu oyun türü açısından değerlendirildiğinde ise Dreamfall maalesef bence çok başarısız bir oyun. Üzerine çok fazla şey konulması gereken, çok geliştirilmesi gereken ve hatta üçüncüsünde (ki ben üçüncüsünü göreceğimizden eminim) yapımcıların ciddi kararlar vermeleri gereken bir oyun. Oyunun başarısızlığa düştüğü ilk ölçüt arayüzü. Üç boyutlu bir ortamda hem klavye hem de fare kullanmak zorundayız. Fare ile kamera açısını değiştirirken ve klasik point & click arayüzünün gereklerini yerine getirirken klavye ile karakterimizi hareket ettiriyoruz. Kamera açısını doğru ayarlayabilmek çok zor. Oyunun başında Zoe�yu yönetebilmek ve arayüze alışabilmek için çok fazla zaman harcadım. Özellikle küçük odalarda ya da dar mekânlarda kamera inanılmaz kötü yerlere gidiyor, ne karakterinizi görebiliyorsunuz ne de O�nu hareket ettirebiliyorsunuz. Bir taraftan karakteriniz koşmasın diye sürekli bir tuşa basıyorsunuz. Diğer taraftan a-s-w-d ile karakterinizi yönlendiriyorsunuz. Bir elinizde farede kamera açısını sürekli düzeltmeye çalışıyorsunuz. Bu noktada bir de envanterinize ulaşmanız gerekince saç baş yoluyorsunuz. Farenin kamera etkisini �reverse� yapma şansınız yok. Yani arayüzde bir esneklik yok. Nasıl tasarlandıysa öyle oynamak zorundasınız. Birde bütün bunların arasına sık sık giren �loading� ekranlarını eklediğimizde ben gerçekten büyük hayal kırıklığına uğradım. Tamam, bölüm geçişlerinde ya da belirli <uzun> süreli aralıklarla belki �loading� ekranları olabilir ama aynı caddede ilerlerken durduk yere birden oyunun kesilerek araya 2-3 saniyelik de olsa bir �loading� ekranın gelmesi sizi birden hikayeden, atmosferden uzaklaştırıyor. Karakterimizin ilgili ekranda kullanabileceği nesneler her nedense kocaman köşegenler içerisine alınıyor. Gerçekçilikten çok uzak bir sistem. Tıkladığınızda ise tıpkı The Longest Journey�de olduğu gibi küçük bir pencerede o nesne/kişi ile neler yapabileceğimizi gösteren küçük simgeler beliriyor. The Longest Journey�de ki klasik �point & click� arayüz bu noktada aynen kullanılmış.

Oyuncuyu kesinlikle tatmin etmeyen oldukça başarısız bir sistem

�The Longest Journey� saf bir macera oyunuydu. Bir macera oyununun barındırması gereken bütün özelliklerini barındırıyordu. Dreamfall ise uzun süre önce �aksiyon-macera� olarak duyuruldu. Bu durumda ben iki farklı beklenti içerisindeydim. Bunlardan ilki, Prince of Persia ya da Tomb Raider tarzı gibi bir oyun, ya da en son oynadığımız Broken Sword gibi bir oyun. Ama maalesef her iki beklentimden hiç birisini oyunda bulamadım.

Öncelikle oyuna aksiyon açısından bakalım. Yapımcılar oyunun aksiyon sahnelerini özellikle kavga/dövüş bölümlerini öylesine ballandıra ballandıra anlatmışlardı ki, bu sahnelerle karşılaştığımda inanılmaz bir hayal kırıklığı yaşadım. Şöyle ki karakterimizi zıplatmamız dahi mümkün değil. Kavga / dövüş bölümleri o kadar basite indirgenmiş ki. Yapabileceğiniz sadece üç hareket var. Güçlü vuruş, zayıf vuruş ve savunma. Hepsi bu. Herhangi bir kavga sırasında birden kendinizi Street Fighter oynadığınızı hissetmenize yol açan sizin ve rakibinizin hayat göstergeleri çıkıyor. Oldukça basit, yaratıcılıktan çok uzak, sadece üç hareketlik bir sistemle rakibinizi zaten kolayca yerle bir ediyorsunuz. Tatmin edicilikten kesinlikle çok çok uzak ve başarısız bir sistem. Böyle iddialı bir oyun yapıyorsanız kesinlikle Prince of Persia�dan, Tomb Raider�dan örnek almalısınız.

Yapımcıların yine ballandıra ballandıra anlattığı başka bir aksiyon öğesi de �sneaking� sistemi idi.

Bazı durumlarda kavga etmek ya da etmemek oyuncuya bırakılacaktı. Oyuncu saklanarak gizlice hareket ederek kavga etmeden bazı bölümleri geçebilecekti güya. Ama bu sistemde tıpkı kavga/dövüş sisteminde olduğu gibi oldukça basite indirgenmiş ve başarısız. Şöyle ki yanından yürüyerek geçtiğinizde sizi fark eden bir robot ya da köpek, sneaking yaparak yani sadece hafif çömelip yürüyerek geçtiğinizde sizi fark edemiyor. Hepsi bundan ibaret. Yapımcılar tarafından bu konuda bu kadar iddialı açıklamalar yapılan bir oyunda açıkçası Splinter Cell�de ki gibi bir �Sneaking� sistemi görmek isterdim. �Sneaking� ile tek yaptığımız hafif çömelip yürümek. Gölgelere sığınamıyoruz, sürünemiyoruz, saklanamıyoruz. Yukarıdaki anlattıklarımı bir oyun barındırmadıktan sonra o oyuna nasıl aksiyon diyebiliriz bilmiyorum. Peki, aksiyonu başarısızlıkla oyuncuya yansıtan Dreamfall, macera öğelerini nasıl barındırmış. İşte en büyük hayal kırklığı zaten burada. Dreamfall neredeyse hiçbir macera oyunu öğesini kullanmamış. Tek dayanağı güçlü, akıcı ve sürükleyici hikâye akışı. Bunun haricinde hiçbir şey yok. Bulmacaları incelemek isterdim ama inanın oyunda bulmaca yok. Nerede ne yapacağınız her zaman açıkça belli. Zoe�nun telefonunda neredeyse bütün diyaloglar ve yapması gereken görevler açıkça kaydediliyor. Oyun boyunca her zaman ne yapması gerektiği oyuncuya açıkça veriliyor. Burada bir sorun yok ama oyuncunun bu görevleri yapmasını zorlaştıracak hiçbir şey yok. Bütün nesnelere ulaşım fazlasıyla kolay. Bir yerde takıldığınızda yapmanız gereken tek şey hemen telefonunuzu elinize alıp en son kayıtları incelemek ya da bir iki kişiyi aramak. Ne yapmanız gerektiğinize hemen ulaşacaksınız. Envanter sistemi çok kullanışsız. Birkaç basit envanter bulmacası var ama bulmaca demek yanlış olur kanısındayım. Evet, bu oyun kesinlikle bir macera oyunu değil.

Peki ne var Dreamfall�da?

Dreamfall�da mükemmel, özgün, akıcı, sürükleyici bir hikâye var. Bu hikâyeye oyuncuya dört dörtlük yansıtılan mekânlar ve atmosfer var. Bu mekânları, atmosferi en üst noktaya taşıyan grafikler, müzikler ve seslendirmeler var. Bunun haricinde ise maalesef bir şey yok. Bu oyun ne aksiyon öğelerini ne de macera öğelerini başarılı bir şekilde barındırabilmiş. Bazı aksiyon oyunları vardır, türün bütün gereklerini barındırırlar ama kaliteli olmazlar, oyuncuyu memnun etmezler ve sıkarlar. Bazı macera oyunları vardır, türün bütün öğelerini barındırırlar ama başarısız olabilirler. Bulmacalar sırıtır, fazla zordur ya da fazla kolaydır, gereksiz bulmacalar olabilir. Dreamfall�da keşke böyle olsaydı. En azından bu öğeleri barındırsaydı da başarısız olsaydı. Maalesef Dreamfall�da bu öğelerin hiç birisi yok ki bizde başarılı ya da başarısızlığından bahsedelim. Oyun boyuncuya oyuncuya ne yapması gerektiği bir şekilde söyleniyor ve oyuncuda bu görevleri hiçbir zorlukla karşılaşmadan yapıyor. Bütün oyun bundan ibaret. Örneğin Zoe�nun Newport�a gitmesi gerektiğinde atladı bir taksiye ve gitti. The Moment of Silence�da benzer bir seyahat için bilet bulmaktan tutunda havaalanında ki bir dolabı açmaya kadar birkaç tane bulmaca çözmüştük.

Ancak bütün bunlara rağmen Dreamfall için kötü bir oyun demek zor.

Çünkü Dreamfall, The Longest Journey üzerine kurulmuş bir oyun onun mirası yiyor. Bir macera, ya da bir aksiyon, ya da bir macera- aksiyon olarak oyunu değerlendirdiğimizde başarısız olarak görülse de muhteşem konusu, grafikleri, müzikleri, seslendirmesi ve akıcı, sürükleyici hikâye akışı ile oyunun başından kalkamıyoruz. Hep şimdi ne olacak sorusu ile hikâyeyi biraz daha öğrenebilmek ve ilerleyebilmek için bizi bilgisayarın başında tutuyor Dreamfall. Oyunu henüz bitirmedim ancak bildiğim kadarıyla The Longest Journey�de olduğu gibi sürprizlerle ve soru işaretleriyle bitiyor oyun. Bu da bize serinin üçüncü oyununu müjdeliyor. Her şeye rağmen özellikle The Longest Journey�i daha önce oynayan oyuncular için Dreamfall kaçırılmamalı.

Umarım üçüncüsünde �The Longest Journey�de ki macera öğelerini, �Prince of Persia� da ki aksiyon ve kavga/dövüş öğelerini, �Splinter Cell� de ki �Sneaking� sistemini, muhteşem bir hikâye akışı ile karşımıza getirip türünün tek örneği olacak özgün bir oyun oynatır bize Funcom.
 
  Bugün 8 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı! Paylaş  
 
=> SİZDE BEDAVAYA KENDİNİZE AİT SİTENİZ OLSUN İSTERMİSİNİZ HEMEN TIKLAYIN ÜCRETSİZ WEB SİTESİ KURUN <= Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol